Peki , Ya Türk Atletleri
Göteborg’da yapılan 19. Avrupa Atletizm Şampiyonasından
beklediğimizi alamadan dönüyor gibiyiz . İlki, 1934 yılında Torino’da yapılan ve
1950’de Ruhi Sarılap’ın Bürüksel’de üç adımda bir bronz madalya kazandığı ve 4
yıl önce Süreyya Ayhan’ın 1.500 metrede 1. geldiği bu yarışmalarda istediğimiz
kadar sevinemedik.
Bir Olimpiyad 3.’lük madalyası sahibi Eşref Apak’ın finale
dahi kalamaması, Elvan’ın çeşitli nedenlerle yarıda bıraktığı 10.000 metre
finalinden sonra 5.000 metrede sadece bir bronz’la dönmesi ve Süreyya Ayhan’ın
kurallara uymaması nedeniyle aldığı iki yıllık ceza sonucu bu yarışlara
katılamaması ile elimiz boş dönüyoruz diyebilirim.
Erkekler 5.000 metre finalinde Halil Akkaş tekrar
sergilediği büyük cesareti ile 4. olurken tecrübesizliğinden dolayı bir
madalyayı göğüs farkı ile kaybetti. Finalde tempo ilk iki turdan sonra çok
düşmüş ve son iki turda çok hızlı olması gerektiğini ortaya koymuştu. yarış
bittikten sonra bizlere pek konuşmak düşmez ama, Halil’in yer kapmak için 150
metre yerine finishe 250 metre kala öne geçmesi lazımdı. Türk atletlerinin en
büyük kusuru olan yarışma sayısının az olması ve rakiplerini iyi tanıyamamasının
kurbanı oldu diye bilirim Halil için.
Oska’da ve Beijing’de Halil’in karşısında sadece zayıf
Avrupalılar olmayacak, yerden bitme gibi her yıl yenisi çıkan Etiyopyalı ve
Kenyalı gençlerle kapışacak Halil. Bu nedenle Göteborg’da Halil için çok
değerli bir madalya kazanma fırsatını kaçırdı diyebiliriz.
Mesafe koşucusu Halil , son 50 yılda pistlerde gördüğüm en
cesur Türk atletlerinden biri. Önde giden rakiplerinin peşine takılıp son 100
metrede sonuna kadar, dişe diş savaşmasını bilen ve ilk sıralara girebileceğine
inanmış bir şampiyon.
Şurası muhakkak ki Türk gençeleri genç yaşlarında, en
aşağı dünyadaki rakipleri kadar iyi dereceler yapıyor. Bunun nedeni kendi
kapasite ve kabiliyetleri yanında kendilerine idman veren antrenörlerinin
limitli bilgisi. Limitli bilgi lafını bilerek kullandım, zira, bu gençler
birkaç yıl sonra kendilerinden beklenenleri yapamadan sahalardan ayrılıyorlar.
Eşref Apak, Türkiye’de yetişen Artun Talay adında bir Türk
antrenörü tarafından yetiştirildi ve Olimpiyad 3.'lüğünü kazandı. Talay, gayet akkıllı
bir davranışla, “Benim bilgim bu kadar,
daha bilgili bir antrenörün Eşref’i çalıştırması lazım” dedi. İşte hata burada oldu. Spor teşkilatı ve
federasyon Artun’la konuşmadan hemen bir yabancı antrenör buldular ve Artun’un
kenarda kalmasını kabul ettiler. Aslında yapılacak iş, hangi antrenörün
getirileceği konusunda Artun’la konuşmak ve Eşref’i bu iki antrenörün birlikte
çalıştırmasını sağlamak.
Aynı hata Süreyya Ayhan olayında da yapıldı. Hıncal, Kenan
ve ben, büyük bir cesaretle ortaya atıldık ve Süreyya’nın hem hocası hem kocası
olan Yücel Kop’un katkılarına teşekkür ederken, artık hem Yücel’in daha
bilgilenmesi hem de Süreyya’nın daha
iyi dereceler yapması için, yabancı bir antrenörün Süreyya ve Yücel’le çalışmasını
önerdik. Bizim bu önerimize bazı kişiler büyük tepki gösterdiler ve bizi
kıskanç, hain ve kötü niyetli kişiler olarak lanse ettiler.
Aynı durum, Elvan için de geçerli Elvan’ın antrenörü
Ertan’ın sahası sürat koşuları. Onunda yanına dışardan birisini bularak hem
Ertan’ın biraz bilgilenmesini hem de Elvan gibi mükemmel bir kabiliyetin daha da
gelişmesini sağlayabilirdik. Şuna yürekten inanıyorum ki Elvan şu anda 1.500
metreden 10.000 metereye kadar katılacağı tüm yarışların yüzde 90’nı kazanabilir.
Elvan’ın tek rakibi kendisi. Sağlığına ve idmanlarına biraz daha dikkat eder ve
yıl içinde daha çok yarışmaya girip rakiplerini dener ve form’a girmeyi
becerirse Osaka’da ve Beijing’de Türk bayrağı birincilik direğinde
dalgalanabilir.
Türk atletlerinin en büyük problemi kendilerine
güvensizlik, daha mükemmel idman koşularına sahip olamama ve yılda çok az
sayıda yarışma yapmak. Herkes, Türkiye’de birbirinden kaçıyor ve çok az sayıda
yarışmaya giriyor. Amerikalılar ve Afrikalıların Mayıs’tan Eylül’e kadar uzayan
uzun bir süre içinde çok yarışa girmelerine rağmen formlarını tutabilmeleri ve başarılı
olmaları konusunu bizler sanki hiç bilmiyoruz. Engelci kızlarımız Nevin ve Esen
kendini yetiştirmiş bir yerli antrenör tarafından eğitiliyorlar. Bu
kızlarımızın ve antrenörünün yanlarına yabancı bir antrenör vererek veya bu
muhteşem üçlüyü 6 ay dışarıda idman ve yarışma yapmalarını temin edersek
Osaka’daki 2007 Dünya Şampiyonası ve Beijing’deki 2008 Olimpiyadları’nda çok
daha gelişmiş olarak koşmaları imkanı yaratabiliriz.
Biz gençlerimizin şampiyon olmaları için hiçbir şey
yapmayan ama şampiyon oldukları zaman ödüle boğan bir topululuğuz. Ödüllendirmek
kadar özendirmek olayını da çözdüğümüzde daha yeni şampiyonların ortaya
çıkmamasına hiçbir neden yok.